17 Ocak 2011 Pazartesi

George Michael - Freedom

Taşındık! Hepinizi bekliyoruz yeni adresimize: Her Şarkı Bir Anı

4 Aralık 1998. Geceyarısına bir kaç dakika var. Artık bu suskunluğa son vermenin zamanı…

Dokuz yaşlarıydı sanırım ilk farkına varışım. Farklı birşeyler vardı bende. Sokakta oynadığım oyunlar, vakit geçirdiğim arkadaşlar. Yerine oturmaz gözüken birşeyler. Kiminin saçı farklı, kiminin kaşı. “Bu da benim farkım herhal. Boşver” diye düşünmeme fırsat kalmadan etrafımdan mesajlar almaya basladım. Annemle babam “Niye çoğu arkadaşın kız, evladım?” diye iyi niyetle uyardılar. Yaşıtlarım bazen yüzüme sesli, bazen arkamdan fısır söylenmeye başladılar. Yanlış birşeyler vardı bende. Çevremde öykünebileceğim, aklımdan geçenleri anlatabileceğim kimse de yoktu. Sustum.

Onüç yaşındaydım. Ergenliğe daha girememiştim, al bir fark daha! Çok iyi hatırlıyorum, Rock Hudson çıkmaya başladı hergün gazetelerde boy boy. O da farklıymış. Doris Day’le yaptığı filmleri zevkle izlediğimiz, dağ gibi adam eriyip gitmiş. Hastaymış, hem de çok. Acaba ben de mi hasta olacağım bekleyişi içinde soğuk terler dökerek uyuduğum pek çok gece oldu. Ara sıra ellerimi kollarımı yokladım, bir emaresini bulur muyum diye? Yok, galiba bana birşey olmayacaktı. Sustuğum sürece. Sustum.

Üniversite çağlarına geldiğimde iyice derinlere bastırmayı başarmıştım. Artık arkamdan bile kimse birşey söylemiyordu; sanırım. Nasıl becerdiysem, kendime de unutturmuştum; çoğu zaman. Arada içimdeki farklı, yanlış, uç, uçuk kaçık, sapık bildiğim istekler depreşiverirse, yeni kesilmiş koyunlar gibi çırpınırdım, elimden geldiğince çabucak geçiştirmek için onları. Bildiğim en etkili silahı kullandım bilmediğim bu duygulara karşı: deliler gibi çalıştım. Derslerimde başarılı olarak herkesten övgüler kazandım. Kendimi yerden yere vursam da içten içe, kimsenin haberi olmadı. Arada “Kız arkadaşın var mı?” diye sordular. Ya “Dersler çok yoğun”un arkasına gizlendim, ya da? Sustum.

Amerika’ya gelince işler değişti. Yıllarca biriktirdiğim, omuzlarımda ağır yük gibi taşıdığım “farklı”, “yanlış” kavramlarının biraz daha esnek olabileceğini gördüm. İçimde az bir umut ışığı yandı, yanarken de beni olmayacak birine yandırdı. Onca zaman sakladığımı, söndürdüğümü sandığım, usul usul tütmeye başladı içimde. Duman öyle boğucu duruma geldi ki salıvermem gerekti biraz. Bir yıl kadar önce, can dostum bir arkadaşımı aradım telefonla. Ser verir, sır vermez kendisi. Böylece hem zehirimi biraz akıtmış olacaktım, hem de hala güvende kalacaktım. “Böyleyken böyle” dedim “durum”. Kelimeleri bulmakta zorlanarak, boğazım düğümlenerek. Dinledi, dinledi, hiçbirşey söylemeden epey dinledi. Sonra da “Geçer ya” dedi. Derdimi anlattığım ilk insandı, ve derdimi anlamamıştı. Kapattım telefonu, bir daha da açılmaz bu konu dedim kendi kendime. Sustum.

Bir ay kadar önce, Amerika’nın küçük bir kasabasında gencecik bir çocuğu öldüresiye dövdüler, döve döve öldürdüler. Günlerce televizyondaydı haberleri. Tek suçu: farklı olması. Taş gibi yığıldım televizyonun başına, kalkamadım saatlerce. Bam telime basılmıştı. Bir şeyler fokur fokur kaynamaya başlamıştı bende. Saklanmaktan yorulmuştum. Pısmaktan bunalmıştım. Korkmaktan bıkmıştım. Daha fazla susamayacaktım.

4 Aralık 1998. Geceyarısına bir kaç dakika var. Çok sevdiğim Amerika’lı bir arkadaşım Peter’la benim evde oturuyoruz. Biralarımızı yudumluyoruz, şundan bundan muhabbet ediyoruz. Seviyorum bu adamı, çünkü hayatta tanıdığım en önyargısız insanlardan. Herşeyi ti’ye alabiliyor, kolay kolay kimseyi takmıyor. Kendi doğrularının insanı ve de doğruları pek bi insani. Sığındığım limandan açılabileceğim bir deniz olarak görüyorum onu. “Fark”ımı “yanlış” olarak algılamayacağından eminim. Sohbet koyu, üçüncü şişeler bitmiş. Biraları tazelemek için mutfağa gidiyorum. Kafam az dalgalı, suskunluğum son demlerini yaşamaktan tedirgin, mutlu. Elimde dolaptan yeni çıkmış, buz gibi iki şişe, dönüyorum. “Peter” diyorum “sana birşey söylemek istiyorum.”
“Ne var?”
“Ben… Ben… Ben erkeklerden hoşlanıyorum”
Elimden kendi bira şişesini kapıyor Peter. Hop, n’oluyor diyemeden, son sürat benim şişeyle tokuşturuyor. Öyle hızlı vuruyor ki şişeleri, biralar heyecanla köpürüveriyorlar.“Şerefe birader, şerefe” diyor içimi aydınlatan bir gülümsemeyle birasını yudumlarken.

Oh be!!! Bir yudum da ben alıyorum biramdan. Anlatmaya başlıyorum yeni gün sabaha doğru akarken.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Gerilimli ve uzucu bir konuyu mutlu bir tonla bitirmissin. Sevindim. Umarim gey oykuleri acikli oldugu surece -brokeback mountain gibi- ilgi ceker olmaz artik ve normallesir herkes icin. Baris

Otto Tarchin dedi ki...

Peter hala buralarda mi? Buralardaysa ayarla da bi bira da ben tokusturayim herifle...

Yok yok, oyle diil, herifin spontane tavrini pek takdir ettim, serefine icicem.

yhy dedi ki...

güzel yazı, kendini bulma evreni çok güzel anlatmışın samimi ve sevimli bi dille... george michael harika şarkısı da bu fona çok uymuş.

Unknown dedi ki...

serefe ozgur!