24 Şubat 2011 Perşembe

Seyyal Taner - Kalbimi Affettim

Taşındık! Türkiye'de blogspot sitesine erişim engellenmiş. Biz de taşındık! Hepinizi bekliyoruz yeni adresimize: Her Şarkı Bir Anı

Yine haftasonunu iple çekiyordum. Bi gelse diye… Sakallı vakti bi gelse!

Erkenden kalkıyorum. Keyiften değil tabii. Sıcak su yalnızca 6 ila 9 arası oluyor. Onun da ilk birbuçuk saati gerçekten banyo yapılabilecek kıvamda, sonra hızla ılıyor; onca öğrenciye sıcak su mu yeter! Anadolu Lisesi’ne geleli nerdeyse altı ay olmuş. Az çok alışmışım gidişata. Alışmışım ailemle haftada bir Cuma akşamları ödemeli telefon görüşmesi yapmaya, ayda bir kirlilerimi valizime toplayıp memlekete gitmeye, sonra tıpış tıpış döndüğümde beni bekleyen haftada kırk saat İngilizce derslerine.

Cumartesi sabahları saat altı civarları kalkmak bile çok gücüme gitmiyor. Erkenden kalkıp, banyo sırasına giriyorum. On dakika da olsa iyi geliyor banyo. Haftasonları keyifli. Sıkıcı üniformalar giyip paldır küldür yatakhaneden okula, sabah etüdüne gitmek zorunda değiliz.Kahvaltı sabahın köründe değil. Biraz daha geç başlayıp, biraz daha uzun sürüyor.

Ben çoğu zaman olduğu gibi bugün de yemekhaneyi atlayıp kantinde birşeyler atıştırıyorum. Kahvaltı sonrası, yatakhaneye son bir giriş. Odama gidip dolabımın köşesinde, spor ayakkabılarımın içinde, sakladığım küçük bir cüzdandan babamların verdiği harçlıktan biraz alıyorum. Öğleden sonra kesin çarşıya gideriz, para lazım olur. Hızla çıkıyorum sonra. Saat onda kapanıyor yatakhane ve akşam yemeği sonrasına dek kapalı kalıyor. Okul binasina geri dönüp boş bir sınıfta oturuyorum. Biraz ödev yapıyorum. Yeni öğrendiğimiz kelimeleri ellişer kere yazıyorum, “Getting On” isimli kitabımızdan haftanın “Drills” ve “Exercises” kısımlarını tamamlıyorum.

Cumartesi ve Pazarları saat beşe kadar okul dışına çıkabiliyoruz kapıda imza atıp. Tüm yatılılar kendini şehre atıyor; kimi sinemaya gidiyor, kimi ortalıkta volta atmaya. Ödevim bitince ben de arkadaşlarla çarşıya çıkıyorum. Üç kız, üç de erkek bizim grup. Geziniyoruz. Birşey alacağımızdan değil, maksat vakit öldürmek. Alaaddin tepesi filan derken saat dört oluveriyor. Okula bir an önce, diyoruz; iyi öğrencileriz ya. Başımız belaya girmesin. Üşümüşüz de zaten. Aylardan Mart, hava hala soğuk. Okula bir-iki sokak kala, ben gruba “Siz gidin” diyorum “ben birşey alacaktım, onu unuttum”. “Çabuk gel ama” diyor kızlardan Fidan “yemekten önce daha oyun oynacağız”. “Olur” deyip koşarak ayrılıyorum onlardan. Geliyorum sakallı…

Stadyumun arkasındaki pastaneye dalıyorum nefes nefese.
“Dört sakallı, lütfen”
“Kaşarlı mı olsun? Maydanozlu mu?
“İkisi kaşarlı, ikisi maydanozlu”
Tadına doyamıyorum bu minik yuvarlak poğaçaların. Her Cumartesi mutlaka alıyorum. Piştikten sonra kenarlarını yarıp içine bol yumuşak beyaz peynir dolduruyorlar, sonra da peynirlenmiş köşeleri ya ince kıyılmış maydanoza batırıyorlar ya da rendelenmiş sert, eski kaşara. Şimdi paketletip okula götürsem, paylaşmam gerekecek. İçim elvermiyor. Pastanede kapıya yakın bir masaya kuruluyorum. Önümde beyaz bir tabak; severek, ağır ağır yiyorum; aman hemencik bitmesinler. Sonra tabakta kalan poğaça, kaşar ve maydanoz kırıntılarını da işaret parmağımla toplayıp yutuyorum. Bir bakıyorum saate: beşe on var. Telaşla kalkıp yürüyorum okula.

Üçüncü katta bir sınıfta buluyorum bizimkileri. Oyuna başlamışlar bile. O sıralar televizyonda pek meşhur olan bir yetenek oyununu oynuyoruz her hafta sonu. Birinci tur ya bir fıkra anlatılıyor ya da bir şaklabanlık yapılıyor. İkinci turda sanatçı taklitleri. Aksekili Nergis’in şarkısı yenice bitmiş, yerine oturuyor. Kızarmış gözlerine bakılacak olursa, yine “Yüksek Yüksek Tepeler”i söylemiş. Yatılı okuyanlar için tam bir işkence her seferinde söylediği bu türkü. Biz de mazoistçe dinliyoruz bıkmadan. “Gel gel. Tam bana geldi sıra” diyor beni gören Bolulu Fidan. İnce karakuru bir kız. Sevinçli, çünkü onun Seyyal taklidini en çok ben beğeniyorum. Başından tokasını çıkarıp bana atıyor ve uzun, siyah saçlarını şöyle bir savuruyor. Son hız giriyor şarkıya:

Şarkının sonuna doğru hepimiz ayaklanıp dansediyoruz, onunla birlikte sallıyoruz ellerimizi kollarımızı, Seyyal Taner’e öykünerek. Bitince de birbirimizi alkışlıyoruz gülüşerek.

Herkes yatışınca atlıyorum “Sıra ben de”. Omuzlarımı dikleştirip, başımı geriye atıyorum, tane tane konuşuyorum, “Beni yaratan sizler, yaşatan sizler efendim. Sağ Olun! Var Olun”. Ve giriyorum şarkıya her Cumartesi öğleden sonra olduğu gibi: “Mihrabııııım diyeeeeerek”

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yoksa yoksa bu pastane Şölen pastanesi mi? :-)) Secil